23 Aralık 2020 Çarşamba

KIRIM

 

Rusya'ya gün geçtikçe artan bir anarşi hakimdi. Şubat İhtilali’nden¹
sonra Çar II. Nikolay ve ailesinin katledilmesi sonucu kurulan, " Geçici hükümet ” hem otorite boşluğunu doldurmak ve hem de Rus ordusunun I. Dünya Savaşı’na devam etmesini sağlamak gibi altından kalkması zor, görevler üstlenmişti.²
Bu otorite boşluğundan yarar sağlamak isteyen Bolşevikler eşzamanlı bir çok yerde halkın hâkimiyetini değil, proleter diktatörlüğü komünizmle yerleştirerek ulusallığın olmadığı kültürel bir devrim gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Milli özgürlüklerini, öz devletleri ile birlikte yaşamak isteyen Kırım Tatarların bu isteği Bolşeviklerin idealleriyle taban tabana zıttı. Ne var ki, Akmescit’te bulunan Kırım Tatar kuvvetleri olası bir Bolşevik ayaklanmasına yahut işgaline karşı koyabilecek güçten yoksundu.Bu sebeple Herson’da bulunan Kırım Tatar Atlı Alayı’nın Kırım’a getirilmesinin çareleri aranmaya başlandı.³

Kırım Tatar Atlı Alayı, Herson’dan Akmescit’e vardığı esnada Petersburg’ta Ekim Devrimi vuku bulmuş ve 7 Kasım’da Lenin ve
Trotskiy tarafından düzenlenen silahlı ayaklanma sonucunda Bolşevikler
iktidarı ele geçirmişlerdi. Ekim Devrimi, Rusya’nın I. Dünya Savaşı’ndan çekilip Brest-Litovsk Antlaşmasını imzalamasına neden oldu. Devrim, şehirlerde iç savaşların çıkmasına ve yarattığı kargaşa ile
açlığa ve sefalete sebep olurken; Kırım Tatarları gibi Rusya’da azınlık görülen halkların da bağımsızlıklarını ilan etmelerinin yolunu açmıştı.⁴
Kırım Tatarları bu devrimin yarattığı otorite boşluğunu fırsat bilerek Aralık 1917’de millî bir kurultay toplamışlar ve 26 Aralık’ta da Kırım Ahalî Cumhuriyeti esasını kabul ve ilan etmişlerdi. Kurultay’ın toplanmasında Bolşeviklerin 12 Ekim 1912’de Sovyetler Kongresi’nde “her milletin kendi mukadderatına sahip olma” esasını kabul etmeleri ve Kırım Ahalî Cumhuriyeti esasının kabul edilmesinde de Halk Komiserleri Hükümeti’nin neşrettiği kararnamede Rusya’da yaşayan tüm halkların müsavat ve istiklâllerini kabul etmesi etkiliydi. Ekim Devrimi, Rusya İmparatorluğu’nda yaşayan tüm halklara istiklâllerini tanımayı resmî vaat etmişti.⁵

Hususî olarak Akyar’daki Bolşevikler,
hem askerî güçleri hem de terör faaliyetleri ile Kırım Tatar Millî Hükümeti için asıl tehlikeyi teşkil ediyorlardı.⁶

Bu girişimlerin yanı sıra Kırım Tatar Millî Hükûmeti Bolşevikleri zayıflatma adına tedbir faaliyetlerine girişti. Kezlev’de Bolşeviklere ait iki vagon dolusu silaha el konuldu. Bu hadise Bolşevikler ile olası bir muharebe ihtimalini daha da arttırdı. Nitekim 18-19 Ocak 1918’de Kefe ve Yalta’da Kırım Tatar ve Bolşevik güçleri arasındaki ilk çatışmalar başladı. Bolşevikler iki torpido bot ile Yalta’ya gelerek şehrin teslimini istemişler ancak bu talebin reddi üzerine yaşanan muharebe sonunda sayı üstünlüğüne sahip olan Bolşevikler, Yalta’yı ele geçirmişlerdir. Ocak gecesi Kırım Tatar askerî güçleri de Ukrayna’daki Bolşeviklere yardım için Sevastopol’den yola çıkan trenleri durdurarak askerlerin silahlarına el koydu. Aynı gün Sevastopol’de Bolşevikler ile Kırım Tatar askerî güçleri arasında muharebe başladı. Muharebede takviye sağlayamayan Kırım Tatar güçleri geri çekilmek zorunda kaldı. Ocak’ta Kırım Tatar askerî birlikleri Bahçesaray’a kadar geriledi. Ocak’ta Bahçesaray ve hemen ertesi gün de Kırım Tatar Millî Hükümeti’nin merkezi olan Akmescit, Bolşeviklerin eline düştü.⁷

27 Ocak 1918’de Akmescit’in işgal edilmesi ile birlikte Kırım’da Bolşeviklerin katliam ve terörü başlamıştı. Yarım adadaki bu ilk Bolşevik işgali sadece Kırım Tatarları için değil, Bolşevikler den yana olmayan
herkes için tehlike arz etmekteydi. Daha Akmescit’in Bolşeviklerin eline geçtiği gün Kaymakam Osman Benarslanov yaralı olduğu halde evinden çıkartılarak öldürülmüştür. Tevkif edilen pek çok Kırım Tatar subayını da aynı gün öldürmüşlerdi. Bolşevik çetelerinin muharebelerin
gerçekleştiği Alma boyundan Akmescit’e inmeleri ile tam katliam yaşanmıştır. Çünkü Bolşevikler halka dehşet salmak ve sindirmek için şehrin her tarafını rastgele top, tüfek ve mitralyöz atışına tutmuşlardır. Bu ilk yoğun ateşi yağma takip etmişti. Evlerindeki yahut sokaklardaki insanlar çeteler tarafından kurşuna dizilerek öldürülmüşlerdir. Bolşevikler bu şiddet eylemlerini şehirdeki halka dehşet vermek ve onların olası mukavemetleri önlemek için yapmışlardır.⁸

Aralarında Kırım Tatar Millî Hükûmeti’nin reisi olan Numan Çelebi Cihan ile Maliye ve Vakıf Müdürü olan Seyit Celil Hattat’ın da bulunduğu pek çok Millî Hükümet mensubu tutuklandı. Çelebi Cihan, Sevastopol’e götürüldü ve 23 Şubat 1918 tarihinde kurşuna dizilerek öldürüldü. Naaşı ise denize atıldı.⁹
Bu işgalsırasında Yalta’da bulunan Cafer Seydahmet, Bolşeviklerden gizlenerek hayatını kurtarabildi. Üç ay süren bu ilk Bolşevik işgali sırasında Kurultay kapanmış olsa dahi meclis üyeleri ve milliyetçiler yer altında faaliyetlerine devam ettiler.¹⁰

Akmescit’te Kurultay meclisinin Bolşevikler tarafından zaptedildiği sırada mecliste bulunan İsmail Bey Gaspıralı’nın kızı Şefika Gaspıralı, tanık olduklarını şu şekilde aktarmaktadır:

Bolşevikler şehre tamamen hâkim idiler. Tek tük tevkifler de başlamıştı. Bizler kara haberi sabah aldık. Arkadaşlarla daima temasta idik. Toplanarak konuşmaya karar verdik. Parlamento binası olarak kullanılan Zadegân Cemiyeti binasında buluştuk. Çok hazin bir toplantı idi bu! Ölü huzurunda imişiz gibi sessiz, bitkin bakışıyoruz. Bir iki mebus konuşmak için kürsüye hıçkırarak sözlerini tamamlayamadan inmiştiler. Bu halet-i ruhiye içinde bazı konuşmalar oldu. Ali Badanalı gözyaşları içinde 'Arslanların yerini köpekler aldı’ diye ağlıyordu. Derken binanın bahçe kapısı açılarak avluya sel gibi Akyar bahriyelileri girdi. Kurşunlar camları delerek binanın içinde uçuştu. Salonun içi harp sahnesine dönmüştü. Arkadaşlardan bazıları yere uzandı, bir kısmı da yeşil örtülü riyaset masası arkasına gizlendiler. Ben ve
arkadaşım da koca, kalın sütunları siper edinerek ayakta bekledik.
Bahriyeliler salona doluşarak binanın üst katına çıktılar. Orasını didik didik ederek silah aradılar. Bizleri ise sıraya dizerek,
üstlerimizi aradılar. Parlamentoda silah depomuz mevcut olduğu haberi üzerine bu arama yapılmış. Bulamayınca çekilip gittiler.
Böylece bir provokasyona kurban gitmedik.¹¹

Bahçesaray ve Akmescit’in Bolşeviklerin eline geçmesinden sonra eski Çarlık rejiminden kalma polis ve hafiyeler Bolşeviklere katılmıştı.
Bunlar dahi kendi aralarında çeşitli devrim komiteleri tertip etmişlerdi. İşgalle birlikte yağma ve saldırılar devam ettiği için şehir ahalisi sokağa çıkamadığı gibi sokaklarda sadece silahlı Bolşevik çeteleri dolaşmakta
ve dükkânlar kapalı durmaktaydı.¹²
Şehirde yakalanıp öldürülenlerin pek çoğu Kırım Tatar ve Bolşevik karşıtı Rus subaylar, zenginler, önde gelen aydınlar ve tanınan eşraftı.¹³
Sevastopol’de Bolşevik karşıtları ayaklarından demirlere bağlanıp denize atılmaktayken Yalta’daki Kırım Tatarları ise dağlara sığınmışlardı. Fakat sert geçen kışın da etkisiyle tedariksiz olanlar donarak can verdiler. Yalta dağlarında donarak ölenlerin çoğu kadınlar ve çocuklardı. Erzurum’dan kaçıp Kırım’a gelen Ermeni çeteleri de Bolşeviklere katılarak bu zulme ortak oldular.¹⁴

İstanbul’da kurulan ilk Kırım Tatar cemiyetlerinden itibaren Kırım Tatar
millî hareketi içerisinde bulunan şair ve öğretmen Şevki Bektöre¹⁵, Nisan 1918’de gittiği Kırım’daki vaziyeti ve geri dönüşünü şu şekilde anlatıyordu:
İstanbul’da Üsera Karargâhı’nda mevcut harp esirlerinden bir kısmının Türkiye ile Rusya arasındaki anlaşma gereğince
mübadelesi gerekiyordu. Bir buçuk ay önceki mübadele heyetine ben de iştirak ettirilmiştim. Bu sebeple Gülcemel vapuru ile İstanbul’dan Sevastopol’e doğru yola çıkmıştık. Savaş hâlinde bulunmamız ve Karadeniz’in tehlikeli sular olması dolayısı ile bize bir harp gemisi refakat ediyordu.
Birkaç gün devam eden yolculuktan sonra, denizle zaman zaman mücadele ede ede Sevastopol önüne kadar gelebildik. Gelebildik ama bu sefer de bizi limandan içeri sokmadılar. Çaresiz daha önce bizi karşılayan Pronzitelnıy ismindeki Rus harp gemisi refakatinde Kefe limanına dönüp esirleri orada teslim etmek zorunda kaldık. Bu arada Rusya’daki ihtilâlin bütün vahşet ve dehşetiyle devam ettiğini gördük. Kırım’da İhtilâl ve İnkılâp Komitesi, bahriye neferlerinden teşekkül etmiş, bahriye zabitlerinin büyük bir kısmı da ya kurşunu dizilmiş veya diri diri gemi kazanlarına atılmış. Bunu bahriye neferleri iftiharla söylüyorlardı. Bazı zabitler de matroslarla “neferlerle” iyi geçindiklerinden ölümden kurtulmuşlar, sadece üniformalarındaki apoletler sökülerek nefer rütbesine indirilmişlerdi. Bizi karşılayan Pronzitelnıy harp gemisi kumandanı da bütün rütbelerinden mahrum edilmiş olarak bir “matros”un emir ve kontrolü altında vazifesine devam ediyordu.
Durum korkunçtu. Kırım tam manası ile anarşi içerisinde bulunuyordu. Bir tarafta kızıl bayraklı Bolşevikler, diğer tarafta kara bayraklı Anarşistler memleketi kana buluyorlardı. Kırım’ın Millî İstiklâl Lideri Müftü Çelebicihan, ihtilâlci matroslar tarafından vahşiyane bir şekilde öldürülmüştü. O sırada Harbiye Nazırı bulunan Cafer Seyitahmet (Kırımer) de bu canavarların elinden kurtulmak maksadiyle Kafkasya’ya geçmişti. Kırım halkının durumu ise çok ağırdı. Üç gün sonra bizimki de tehlike arz etmeye başladı. Anarşistler tarafından bize suikast
hazırlandığını haber aldık. Bunun üzerine yine Gülcemal vapuru ile Kefe limanından hareket edip İstanbul’a döndük.¹⁶

Kırım’da üç ay süren bu ilk Bolşevik işgali sırasında pek çok kurşuna dizme, yağma ve gasp yaşanmıştır. Şehirlerden ayrılan, dağlarda ya da köylerde gizlenen Kırım Tatar
milliyetçileri de bu Bolşevik işgaline karşı direnmiş ve halkı isyana teşvik etmeye çalışmışlardır.¹⁷
Bu çabalara karşın Bolşeviklerin terörü durmak bilmemiştir. Bolşevikler kurşuna dizdikleri yahut başka usullerle
“idama ettikleri” insanları
büyük bir çukura dolduruyorlardı

Bolşeviklere Kırım Tatarlarından hiç kimse katılmamıştı. Fakat işgalden sonra sosyalist Kırım Tatarları, İsmail Kırımcanov’un etrafında toplanmışlar ve Tatar Sosyalist Fırkası’nı teşkil etmişlerdi.
Bolşevikler önce Tatar Sosyalist Fırkası’na
karşı itimat göstermişlerse de daha sonra fırkanın Bolşevik emellerine uygun hareket etmediğini görünce fırka aleyhinde takibata başlamışlardır. Fırkanın azalarından bir kısmı Bolşevikler tarafından tevkif edilmiştir.¹⁸
Kırım’daki ilk Bolşevik işgali 1918 senesinin Nisan ayının sonlarına kadar sürdü. 3 Mart 1918 tarihinde Almanya ve Rusya arasında
imzalanan Brest-Litovsk Barış Antlaşması¹⁸ ile Ukrayna’nın bağımsızlığını tanımış olan Almanya, Ukrayna’yı Bolşeviklerden temizlemek ve kendi uydusu konumunda olacak bir Ukrayna’yı kurabilmek için ülkeyi işgale başladı. 21 Mart’ta da bu işgal harekâtının Kırım’a kadar ilerletilmesi kararı alındı. Nitekim 19 Nisan 1918 tarihinde Alman ordusu Kırım’a girmeyi başlamış ve ay sonuna kadar Kırım’daki idareyi ele almıştır. Kırım Tatar Millî Kurultayı da 8 Mayıs
1918’de Alman askerî idaresi altında yeniden toplanabilme imkânı bulsa da millî bir hükümet teşkil etme girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Çünkü Almanya, Kırım’da millî bir Kırım Tatar hükümeti kurulmasının değil,
burada muhtelif fraksiyonlardan müteşekkil bir hükümet kurulmasının kendileri için daha yararlı olacağını düşünmüşlerdi. Böylece bu
hükümet, Alman siyaseti tarafından yönetilebilecekti.¹⁹

Osmanlı Devleti bu dönemde Kırım’a fiili olarak bir yardımda bulunamadı. Çünkü bunu gerçekleştirebilecek güçten mahrumdu.
Nitekim bu görüşmeden yaklaşık altı ay sonra Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri ile Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak I. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıktı. Bu vakanın tarihi bile Osmanlı Devleti’nin Nisan-Mayıs aylarında Kırım’a herhangi bir yardım yapamayacağının açık göstergelerinden biridir. Ayrıca Haziran 1918’de Alman askerî idaresi altında farklı halklardan müteşekkil bir Kırım hükümeti teşkil edilmişti. Hasan Sabri Ayvaz da Osmanlı Devleti nezdinde Kırım Tatar Millî Kurultayı’nın baş temsilcisi olarak girişimlerde bulunmuştur.
Almanya ile müttefik olmaları sebebiyle
Osmanlı Devleti’nin Kırım’da Kırım Tatar millî idaresinin kurulmasında yardımcı olabileceği düşüncesi hâkimdi. Fakat bu görüşmelerden sonra da Osmanlı Devleti’nden siyasî veya askerî olarak Kırım’a dair girişimlerde bulunması sağlanamamıştır.
Tüm bu sindirme politikaları 18 Mayıs 1944’te Kırım Tatarlarının sürgün edilmesi ile “yok etme” politikasına dönüştü. İlk Bolşevik işgalinden sonra yaşananlar da Sovyetler Birliği’nin Kırım Tatarları hakkında Bolşevikler ile aynı düşüncede olduğunu göstermektedir. Sovyetler Birliği’nin baskılarını bir adım daha ileriye götüren cesaret ise, Bolşeviklerin aksine bir halkı sürgün edebilecek askerî ve lojistik güce sahip olmasıydı.

1- Şubat İhtilali, Çar II. Nikolay’ın tahtan çekilmesine ve Duma’nın geçici hükûmeti kurmasına, Rusya’da iç savaşın başlamasına sebep olan devrimci bir siyasî harekettir.
İhtilalin kısa bir değerlendirmesi için bkz. George Vernadsky, Rusya Tarihi (İstanbul: Selenge Yayınları, 2011), 349-352.

2- Nadir Devlet, 1917 Ekim İhtilâli ve Türk-Tatar Millet Meclisi (İstanbul: Ötüken Neşriyât, 1998), 72-73.

3- 1874’ten sonra Kırım Tatarları için kurulan özel bir alay olan Kırım Tatar Atlı Alayı, geleneksel bir önlem olarak Osmanlılara herhangi bir destek olma ihtimalini ortadan kaldırmak amacıyla Kırım dışında tutuluyordu. Cafer Seydahmet Kırımer, Bazı Hatıralar…184; Hakan Kırımlı, Osmanlı Devleti ve Kırım Türklerinin İstiklal Hareketleri (1917-1918)...36.

4- Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917)(Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2014), 272-273.

5- Bu kararnamede Lenin ve Stalin’in de imzası bulunmaktaydı. Bolşevik Rusya’daki milletler meselesi hakkında daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Cafer Seydahmet Kırımer, Rus Yayılmacılığının Tarihî Kökenleri (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı,
1997), 112-124.

6- Hakan Kırımlı, Osmanlı Devleti ve Kırım Türklerinin İstiklal  Hareketleri (1917-1918)28.

7- Hakan Kırımlı, Osmanlı Devleti ve Kırım Türklerinin İstiklal Hareketleri
(1917-1918)...32-34; Osman Kemal Hatif, Gökbayrak Altında Millî Faaliyet…102-107.

8- Osman Kemal Hatif, “Kırım’da Bolşevik İstilâsı Tarihinden I,” Kırım Mecmuası 9, Ağustos 22, 1918, 161-163.

9- Kırım Tatarlarının millî marşı
“Ant Etkenmen”in yazarı olan Numan Çelebi Cihan, bugün Kırım Tatarları tarafından
“antlı qurban” olarak anılmaktadır. Numan Çelebi Cihan’ın eserlerinin derlendiği ve onunla ilgili hatıraların yer aldığı derlemede çeşitli yerlerde Kırım Tatar millî hareketinin önemli isimleri tarafından “antlı şehit” olarak da anılmaktadır. Numan Çelebi Cihan, Ant Etkenmen (Köstence: Editura Europolis, 2001).

10- Hakan Kırımlı, Osmanlı Devleti ve Kırım Türklerinin İstiklal Hareketleri
(1917-1918)…34; Osman Kemal Hatif, Gökbayrak Altında Millî Faaliyet…108-109.

11- Şengül Hablemitoğlu ve Necip Hablemitoğlu, Şefika Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın Hareketi (1893-1920)(İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004), 262.

12- Osman Kemal Hatif, “Kırım’da Bolşevik İstilâsı Tarihinden I”…163.
13- Hakan Kırımlı, Osmanlı Devleti ve Kırım Türklerinin İstiklal Hareketleri
(1917-1918)…34.
14- Nebi Kukuku’nun 8 Mart 1918 tarihini attığı hatıra notu için bkz. Nebi Kuku,
“Bir Kırımlı’nın Defter-i Hatıratından,” Kırım Mecmuası2, Mayıs 16, 1918, 34-35
15- Şevki Bektöre İstanbul’a döndüğünde Cafer Seydahmet ile görüşecek ve burada kurulacak cemiyette genel sekreter vazifesinde bulunacaktı. Alman ordusunun Mayıs 1918’te Kırım’a girmesinden sonra Alman idaresi altında tekrar toplanan Kırım Tatar Millî Kurultayı için tekrar Kırım’a döndü. Kırım’da Kızıllar ile Beyazların çatışmalarına şahit olan ve ikinci Bolşevik işgalini yaşayan Şevki Bektöre, 1932 senesinde Sovyetler Birliği tarafından tutuklanıp Sibirya’ya sürgün edilecek ve ancak 25 sene mucize bir şekilde ölüm kamplarında hayatta kalmayı başarabildikten sonra özgürlüğüne kavuşup Türkiye’ye dönebilecekti. Abdullah Battal
Taymas, “Kırımlı Şair Şevki Bektöre ve Eseri,” Türk Kültürü, sayı. 41 (1966), 486-492.
16- Şevki Bektöre’nin hatıratı için bkz. Saadet Bektöre, Volga Kızıl Akarken
(İstanbul: Eroğlu Matbaası, 1965), 5-6.
17- 53 Hakan Kırımlı, Osmanlı Devleti ve Kırım Türklerinin İstiklal Hareketleri
(1917-1918)…34-35.
18- 55 Osman Kemal Hatif, “Kırım’da Bolşevik İstilâsı Tarihinden II,” Kırım Mecmuası10, Eylül 05, 1918, 183-186.
International Crimes and History, 2018,
19- Almanya ve Rusya arasında imzalanan bu antlaşma ile Rusya, I. Dünya Savaşı’ndan çekildi. George Vernadsky, Rusya Tarihi…365-367.
20- Kırımlı, “Kırım: Rus İdaresi Dönemi”…463.
21- Hasan Sabri Ayvaz’ın İstanbul’a gelişi buradaki Kırım Tatarlarını da oldukça heyecanlandırmış ve daha gelişinden evvel Cafer Seydahmet’in kurulmasını teşvik ettiği Kırımlılar Cemiyet-i Hayriyyesi tarafından çıkarılan Kırım Mecmuası’nda bu vesile ile kısa bir biyografisi neşredilmiştir. “Hasan Sabri Bek Ayvazov,”Kırım Mecmuası 9, Ağustos 22, 1918, 169-170.

19 Aralık 2020 Cumartesi

İSMAİL GASPIRALI - ROMAN VE HİKÂYELERİ




      Ömrünü eğitim problemlerinin çözümüne adamış milliyetperver bir yazar, İsmail Gaspıralı. Kırım Tatarları arasında 22 Nisan 1883' te  Bahçesaray şehrinde, Tercüman gazetesini neşretmeye başlayarak milli aydınlanma hareketine öncülük eder. 
23 Şubat 1918'e kadar yayın hayatına durmaksızın devam eden gazetenin yazım dili, Kırım Tatarca serpiştirilmiş bir İstanbul Türkçesidir. İsmail Gaspıralı'ya göre, gazetesinde kullandığı bu dil, edebî dil.
     Bir milletin kendini muhafaza edebilmesi ve kendini geliştirebilmesi için din, dil ve ilim kavramları Gaspıralı için mühim konulardı.
Milletin fikir ve edebî birliğini sağlayan ortak bir dil, hareket birliğini sağlayacak ve bu da kurtuluşu sağlayacaktı. Bir edebiyat dili
oluşturabilmenin en önemli âmili de, milli dilde maarif olduğuna gönülden inanan Gaspıralı,
öğrencilerin her şeyden önce millî dillerinde okuma-yazma öğrenmelerini amaçlayan yeni bir eğitim sistemi planladı. 

     Usûl-ü Cedîd olarak adlandırdığı bu eğitim sisteminin ilki 1884 senesinde açıldı. Gaspıralı’nın vefat ettiği 1914 senesinde Rusya’da yaklaşık 5.000 usûl-ü cedîd mektebi vardı.


ÖZET

BİRİNCİ BÖLÜM


A) İSMAİL GASPIRALI'NIN HAYATI

AİLESİ:
Babası Mustafa Ağa'nın soyu,
" Baba Saltık Kabilesi Hanedanlığı "na dayanır.
Annesi Fatma Hanım Kırım'ın soylu ailelerinden biri olan Kaytazoğullarından
İlyas Mirza'nın kızıdır.
Mustafa Ağa ve Fatma Hanım'ın, Murat
(Küçük yaşlarında vefat eder.), İsmail adında iki oğlu ve Selime-Pembe, Halime, Esma ve Zeynep adlarında dört kızı dünyaya gelir.

İsmail Bey, 29 Mart 1851'de Avcıköy de doğar. Rus kanunları gereğince on yıl kullanılmayan mülkler ailenin elinden alınınca, 1855 (Sivastopol Savaşı) yılında aile Bahçesaray'a yerleşir.
Daha sonra, İsmail Bey kendisine intikal eden unvan sebebiyle kendisinin değil babasının doğum yerini belirten,
" Gasprinski " Gaspıralı soyadını kullanır.
İlköğrenimine on yaşına kadar, Bahçesaray' da devam eder.

Ailesi Türk, muhiti Türk ve dahi dadısı da Türk olan bir çocuk için,
" Hiç Türkçe bilmiyordu! " demek ne kadar doğru? 
Kastedilen bilmediği,
" Klâsik Osmanlı Türkçesi "olmalıdır ki onu da İstanbul'da medrese tahlili görmüş Hasan Nuri ile tanışarak eksikliğini tamamlamıştır.

Tercüman' ın ilk yıllarında ki edebi dili;
çok az sayıda Kuzey Batı Türkçesi unsurları ile karıştırılmış sade bir Türkiye Türkçesidir.

On yaşına geldiğinde, Akmescit (Simferofol)' deki askerî koleje gönderilir. İki yıl sonra Varonej şehrindeki askeri liseye ve nihayet Moskova askerî lisesine nakledilir.
Moskova'da içinde bulunduğu muhit, onda milliyetçilik duygularının doğmasına sebep olur.

Askerî lisede okurken, 1867'de Girit' de başlayan Rum ayaklanması sırasında müslümanların zor durumda kaldığını gördüğü zaman, İstanbul'da gönüllü subay olup orduya yazılmak ister. Aslen Litvanya Tatarlarından olan arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç' le birlikte İstanbul'a gitmek üzere olan vapura binmeye çalıştıkları sırada pasaportları olmadığı için jandarmalar tarafından yakalanarak Bahçesaray'a gönderilirler.

Böylece Moskova'daki tahsil hayatı sona erer.1868'de 17 yaşında Bahçesaray'da Zincirli Medrese'de 400 ruble maaşla Rusça öğretmenliğine tayin edilir.

Görevi olmadığı hâlde, öğrencilere Türkçe öğretmesi; eski öğretim metodlarını eleştirmesi; Rusça ders saatlerini çan çalarak belirtmesi gibi nedenler yüzünden ölümle tehdit edildiği için medreseden ayrılmak zorunda kalır.

İsmail Bey, milletine hizmet için Osmanlı ordusuna subay olarak girmeyi bir ideal hâline getirmişti. İstanbul'u tanıyan Kırımlılardan fransızca öğrenmenin gerekli olduğunu öğrenince, 1871'de Paris'e gider.
1874 yılına kadar Paris'te kaldığı yıllarda,
aslen Tatar olan Rus yazarlardan Turgenyev'in muhitinde bulunarak, onun yazdıklarını temize geçer. Reklam ve ilan işlerinde tercümanlık ve mütercimlik yaparak hayatını kazanır.

1874 tarihinde İstanbul'a gelerek, 
Ceride-i Askeriye'de mütercim olarak çalışan amcası Halil Efendi'nin yanında kalır. İsmail Bey'in gazeteciliği ve yazarlığı da İstanbul'da başlamıştır.

Bu süreçte Türk Harp Okulu'nda Rusça öğretmenliğine atamasını beklerken, Rus büyükelçisi İgnatyev'in sadrazam Mahmut Nedim Paşa üzerinde nüfusunu kullanarak atamayı engellediğini öğrenir.

1875 tarihinde Kırım'a döndüğünde, dünyada olup bitenleri kavramış, neler yapması gerektiği konusunda zihninde projeler belirmeye başlamıştır. Kırım Türklerinin sosyal hayatını yakından inceler; köylerde dolaşır, halkın arasına karışır, onların problemlerini , dinî ve iktisadî hayatını, Ruslarla ilişkilerini çok daha iyi kavrar.
Bilgi ve gözlemlerini yazacağı fikrî ve edebî eserlerinde ustalıkla sergiler.

1906'da yazdığı " Gün Doğdu " hikâyesindeki Danyal adlı kahramanın büyük ölçüde İsmail Bey'i temsil ettiğini biliyoruz.

EVLİLİĞİ: AİLESİ VE ÇOCUKLARI

1875 tarihinde " Yalta İslam Mektebi " nde
Rusça öğretmeniyken, bir tüccar kızı olan Samur Hanım' la evlenir ve Hatice isminde bir kızı olur. İki sene evli kaldıktan sonra boşanır. 
( Kızı ve annesi Türkistan'a sürgün edilenler arasındadır.)

1878'de Bahçesaray'a belediye başkan yardımcısı seçilir. Ve bir yıl sonra da belediye başkanı olur.
Başkanlığında bile hep Türk-Tatar milletini dağılmaktan kurtarma çarelerini düşünür.

1880 yılı sonlarında Litvanya Tatarları arasında çıktığı seyahatte onların eğitimli, bilgili olmaları ve toplum içinde kadına değer vermeleri karşısında etkilenir. Evlenmek istemek için, Tatar çiftlik sahiplerinden Polonya Tatarı mareşal Matsey Ahmatoviç'in kızı Panne Mariya Ahmetoviguvne teklifte bulunsa da kabul edilmemiştir.

1881 yılında Petersburg'a gider ve orada değişik işler yapan Kasımhanlı Tatarlarla görüşür.

1881-1882 yılları arasında Kazanlı, zengin sanayici ve tanınmış bir aile olan Akçurinlerden İsfendiyar Bey'in kızı Zühre Hanım ile tanışır. İsfendiyar Bey izin vermeyince gizlice evlenirler. Çaresiz duruma razı olan İsfendiyar Bey, düğünlerini yapar.

Bu evlilikle Zühre Hanım'ın kardeşi Hasan Bey'in oğlu Yusuf Akçura ile de akraba olur. Yusuf Akçura, İsmail Bey'i üstadı olarak kabul ediyordu.
Bir taraftan şahsî hayatını düzene koyarken, diğer taraftan emellerini gerçekleştirmek için ilk adımlarını atmaya başlar.
İlk yazılarını yazar. İlk süreli yayınlar çıkarmaya başlar. Matbaa kurar ve modern okullar açmak için ilk teşebbüsler de bulunur.
Zühre Hanım yirmi yıl sonra vefat edince, Zühre Hanım'ın kız kardeşi Hurşit Hanım ile evlenir. Hurşit Hanım da vefat edince bir daha evlenmez.

Zühre Hanım' dan, Rıfat, Şefika, Behiye, Leyla, Danyal, Nigâr, Mansur ve Haydar.
Yayımcılık yanında bazı ticari işlerle de uğraşır.

Seyahatleri ve İlişkileri:

İsmail Bey, Rus hükümetinin dikkatini çekmemek için düzenlediği toplantıları
"edebî gece" olarak adlandırır.

Seyahatlerinde ileri gelen kişiler ile görüşmek için toplantılar düzenler, toplumun problemleri hakkında fikirlerini anlatır ve onlarında neler düşündüklerini öğrenmeye çalışırdı.

Tercüman'da Devlet-i Aliye-i Osmaniye başlığı altında verilen söz konusu haber yüzünden, II. Abdülhamid, (" üç devletin ittifakına koşulmak istemediğinden taht ve ve hükûmetten tüşürülüp yerine biraderzadesi Reşad Efendi çıkarılmasına Germanya, İtalya ve İngiltere hükûmetleri meylediyorlar imiş" şeklinde Correspondance de İ'Est adlı gazeteden tercüme edilen bir haber ) Tercüman'ın Osmanlı topraklarına girmesini yasaklasa da
İsmail Bey'in, Rusya'da basılan 130 adet İslâmî kitabı, Babürname ve Nevaî Divanı'nın birer el yazma nüshalarını hediye etmesiyle hem yasak kalkmış hem de kendisine 4.dereceden Mecidiye nişanı verilmiştir.

İran'da kendisine, Nasirüddin Şah tarafından, 4.dereceden Şir-Hurşid nişanı, onun yerine geçen oğlu Muzafferüddin Şah'da 3.dereceden 
Şir-Hurşid nişanı verilmiştir.

1995'den sonra özellikle Rus okullarında ve İstanbul'da okuyan gençler İsmail Bey'i Çarlık yönetimine karşı yumuşak muhalefet yapmakla, taviz vermekle itham etmeye başlamışlardı. Aslında bu gençler ile yakın görüşleri paylaşmasını rağmen, onlara itidal tavsiye ediyor, siyasetten daha çok eğitim meselelerine önem vermek gerektiğini savunuyordu.

Seyahatleri esnasında, izlenimleri daha çok 
usul-i cedit ve eğitim hakkındadır. Görüşüp, konuştuğu âlimlerden, devlet adamlarından bahseder.


1905 'te Rusya'da, 1908'de Türkiye'de meşrutiyetin ilanı, her iki ülkede milliyet tartışmalarının su yüzüne çıkmasına imkân vermişti. O sırada Türkiye'de okuyan Rusya vatandaşı, Türk halklarından herhangi birine mensup gençler arasında Türklük, Tatarlık vs. kavgasına başlamışlardı. Bu yıllarda Yusuf Akçura ile, 22 Ocak 1912'de İstanbul'da yapılan toplantıda gençleri ikna ederek Türkçülük fikrini kabul ettirmişlerdi.
Türkçülükten yana ağırlık koymaları belli ölçüde etkili oldu ama neticede genel eğilimi değiştiremedi.

ÖMRÜNÜN SON GÜNLERİ, VEFATI:

1914 yılı Şubat ayında Rusya Müslümanlarının İttifakı'nda baş gösteren sorunların çözümüne yardımcı olmak için Petersburg'a gittiğinde kendisini soğuktan koruyamaz. Kronik bronşit ve kireçlenme teşhisi konulan İsmail Gaspıralı 24 Eylül 1914'te 63 yaşında vefat eder.

Cenazesi Rusya'nın çeşitli yerlerinden Bahçesaray'a gelen altı bin civarında insanın katıldığı görülmemiş, büyük bir törenle defnedilir.

B) ROMAN VE HİKÂYELERİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER
Edebiyatın nazarî problemleri ve eleştiri konularında önemli görüşler bildirmiş bir edebiyatçı. Dönemin şartları gereği birçok yazısında zaman zaman takma adlar kullanmıştı. Naşir, Molla Abbas'ın Şakirdi, imzalarını kullansa da en çok kullandığı imzalardan biri,

Molla Abbas Fransevî'dir. O, bu imza ile Taşkentli Molla Abbas adlı kahramanın Avrupa ve Asya'daki seyahatlerini, maceralarını konu alan eserler de yazmıştır.
BİR DARÜRRAHAT MÜSLÜMANLARI,
SUDAN MEKTUPLARI,
KADINLAR ÜLKESİ,
ve bunların uzantısı olarak kabul edebileceğimiz,
MOLLA ABBAS FRANSEVÎ'YE
TESADÜF - GÜLBABA ZİYARETİ.

Bütün bu eserler, ortak bir kahramana sahip ve tek bir roman olarak kabul edilir.

Tercüman gazetesinde ilk olarak,
Molla Abbas Fransevî imzasıyla ilk defa
FRENGİSTAN MEKTUPLARI yayımlanır.

Molla Abbas'ın İspanya'da Endülüs'teki seyahati genişletilerek,
DARÜRRAHAT yahut
ACAYİP DİYAR-I İSLAM adıyla tefrika edilmiştir.
4 defa neşrinde ismi,
DARÜRRAHAT MÜSLÜMANLARI olarak değiştirilir.
Eserin 5. baskısı kitap halinde yapılır.
Dil açısından farklılıklar:
1. nushanın dilinde Tatarca özellikler diğer nüshalara göre daha çoktur.
4. nüsha da Osmanlı daki okuyucular göz önünde tutulduğu için Türkiye Türkçesi'ne yakın bir dile sahiptir.


Sonra SUDAN MEKTUPLARI yayımlanır. FRENGİSTAN MEKTUPLARI ve DARÜRRAHAT MÜSLÜMANLARI'nın şeklen devamıdır.
" İspanya'dan Paris'e dönen Molla Abbas Fransız eski sevgilisi Margarita'nın teşviki ile Paris'ten olan mühendis, doktor ve topçu subayı ile birlikte, Sudan Araplarının lideri
Mehdilik tarikatının kurucusu Muhammed Ahmet'e yardıma gider.
Kendilerini dikkat çekmemek için, Şeyh Şamil'in müritleri olarak tanıtırlar. Yolculukta başlarından geçen anlatılır.
Göze çarpan İNGİLİZ EMPERYALİZMİN ifşasıdır.

KADINLAR ÜLKESİ de, SUDAN MEKTUPLARININ şeklen devamıdır.
Mehdilik iddiasında bulunan Muhammed Ahmet'e yardıma giden Molla Abbas ve arkadaşları Büyük Sahra'da bir çöl fırtınasında yollarını kaybedip kadın askerlere esir düşerler. Kadın ve erkeklerin konumu terstir.

İslâm toplumunda kadının düşürüldüğü konumu alaycı bir dille sergiler.

MOLLA ABBAS FRANSEVÎ'YE TESADÜF: GÜL BABA ZİYARETİ
Bu kısım Tercüman da 42, 44, 49, 51, 65, 67
sayıları arasında tefrika edilse de son tefrikanın altında " mabadı var "kaydı olmasına rağmen devamına rastlanılmamıştır.

FRENGİSTAN MEKTUPLARI İLE BAŞLAYAN MOLLA ABBAS'IN MACERALARI,
KADINLAR ÜLKESİ İLE YARIDA KALMIŞ BİR HİKÂYE İZLENİMİ VERİR.

Molla Abbas'ın Şakirdi, imzasıyla
MOLLA ABBAS FRANSEVÎ'YE TESADÜF kısmı yayınlanır.
Molla Abbas'ın öğrencisi olarak kabul eden bir başka " anlatıcı " nın dilinden Macaristan'daki Gülbaba Ziyareti' nde bu
" öğrencinin " Molla Abbas ile karşılaşması ve aralarındaki konuşmalarla bir dereceye kadar tamamlanmış görünür.

ARSLAN KIZ, GÜN DOĞDU gibi bir kaç küçük hikâyeside vardır.

ARSLAN KIZ, Doğu Türkistan'ın Kaşgar Bölgesindeki Üçturfan şehrinin Çinliler ve Kalmuklar tarafından kuşatılması, halkın Kaşgar dan yardım beklemesidir.

GÜN DOĞDU, Danyal Bey isimli Kırım'lı bir gencin kendi toplumunu kalkındırmak için yapmak istedikleri anlatılır.
İsmail Bey'in hayat ve faaliyetlerinden izler taşır.

KÜÇÜK HİKAYELER

AHMET BEY TAŞKESENLİ VE BEDROS AĞA KARAKAŞYAN

İVAN VE SÜLEYMAN

BELÂYI İSLÂM: Molla Abbas Fransevî imzasıyla masal şeklinde İslâm-Türk tarihini değerlendiren küçük bir eser.
Molla Abbas Fransevî imzasıyla yarım kalmış hikâyeler,
DİKBAŞ KIZ
DRAGONLAR KIZI

ÇOBAN KIZ(I): İsimli eser, hem GASPIRALI'NIN hem de M.AKÇURİN'İN eseri olarak gösteriliyor. Esere ulaşılamadığı için kararsız.
Gaspıralı'ya ait gösterilen,
YÜZ SENE SONRA YAHUD 2000 SENE-İ MİLÂDİYE,
Edward Bellamy isimli Amerikalı yazarın
" LOOKİNG BACKWARD: 2000-1887 " isimli ütopik romanın tercümesidir.

Birinci cildin yeni baskısına eklenenler:
1- İKİ BAHADIR:
AHMET MİTHAT EFENDİ, ve
CON VALTER adlı bir İngiliz doktoru hakkında
hikâye.

2- MÜKÂLEME-İ SELATİN:
EMİR TİMUR hakkında, " Seyyah "imzasıyla yayınlanan fantastik bir hikâye.

4- MUHACERET-İ MUNTAZAMA:
Türkiye'ye gelen muhacirlerin nasıl iskân edilmeleri gerektiğini anlatan fantastik bir hikâye. Makale gibi başlar sonra "rüya" ya
dönüşür.

M.İSKENDEROF imzasıyla tefrika edilen,
MEYVE-İ ZAMAN adlı seri hikâyelerdir.

İKİNCİ BÖLÜM
METİNLER
İSMAİL GASPIRALI'NIN ROMAN VE HİKÂYELERİ

1- Metinlerin orijinal dili:
İsmail Bey'in dili sade ve kısa cümleler den ibaret, Arapça ve Farsça terkipler yok denecek kadar azaltılmış bir Türkiye Türkçesi'dir.

İlk eserlerinde Kırım ve İdil-Ural Türkçelerine ait unsurlara rastlanır ama sonra yazdığı eserlerde bunların miktarı gittikçe azalır.

Üslûp ve estetik kaygısı yoktur: söylediğinin rahatça anlaşılmasını arzu eder.

Çift kelime kullanırken, genelde kelimelerin bu bölgelerde kullanılan ayrı ayrı şekillerini yan yana verir.
yürümek/cürmek, dağ/tav vb. gibi...

2- Türkiye Türkçesinin kelime haznesinde bulunmayan veya söyleyiş itibarıyla farklı olan kelimeleri, Türkiye Türkçesinin yapım yapım ve çekim ekleriyle birlikte kullanıyor.
Kıdırıyor(Arıyor), cürüyorlar(yürüyorlar), vs.
Bazen de tam tersi Kuzey Batı Türkçesinin çekim ekleriyle kullanıyor.
İman edesiz mi( İman ediyor musunuz), fikirlene Rüştü(düşünmeye başladı ),vs.

3- Bazı yerlerde Arapça ve Farsça kelimelerin yerine yaygın olan Türkçesini dikkate sunmak için birlikte kullanır.
" refik, yoldaş", "kâfi, yeterlik"vs.

4- Genelde kelimelerin alışılmış Osmanlı imlâsını kullanır. Bezen Tatar ya da Çağatay Türkçesine uygun yazımlar da görülür.
varmak/varmak, var/ bar, vs.

5- Arapça'da tef'îl ve tefa'ul vezninde olan kelimelerin imlâsı, dolayısıyla anlamları da karışmaktadır. Kelimenin imlâsını değil metnin anlamına uygun okunuş alınmıştır.


ALINTILAR

" Medeniyetin ve hayat tarzının yükseklik derecesi insanlara bahşettiği ve temin edebildiği rahat ve saadet nispetindedir. Medeniyetin ölçüsü ve nizamı  insanların hâlidir. "
Sayfa:173


18 Aralık 2020 Cuma

ONLARDA İNSANDI - CENGİZ DAĞCI




     Vuslat ümidi ile hasrete müptela geçermiş, ömür. Kahramanımız Bekir'in ömrü de, Macik isimli ineğinin danasını beklemekle geçer. Maciğin, Rum boğasına götürülmesi ile başlayan eser, Bolşevik rejiminin çizmeleri altında ezilen, Kırım Tatarlarının trajik dramı ile sonlanır.
     Kırım Tatarlarının yurtlarından sürgün edilmesi, bu duygular, yalnızca yazara ait değil; benim, bu satırları okuyan nice, nice başka okurların...
Katledilenler, kardeşlerimiz bizim!
Romanın son sayfasında, yazarın şu cümleleri hakikati noktalar.

" ' Tanrım! ' diyorum.
' Onlar da insan! Acı onlara! Kendileri gibi, başkalarının da insan olduklarına inandır
onları! '
Ötekiler, o hayvan gibi sürülüp götürülenler...
Onlar da insandı! "

     Evet! Onlarda insandı. Zulm ve eziyeti reva görende bir insan, reva görülen de! Tükenip, bitmeyen bir acıdan başka kapasitesi olmayan, insanın trajik durumu.

     Savaşlar, soykırımlar ve katliamlar!
Kimse anlamıyor, bu yıkımların insanlara neye mal olduğunu! Ya da anlamak istemiyor! Toprak için, mal- mülk için, namus ve kan davası için. Hep bir mazeret, hep bir bahane! Amaçlar farklı olsa da, sonuç hep aynı! Yitirilen bir can, adı da isimsiz kahraman!
İsmin ne önemi var, der, Shakespeare! İsimsiz de olsa, nihayetinde meçhule uğurlanan bir insan, değil mi?

     Sahi! Kaç sessiz an, bir yaşam eder? Bekir'in sessiz feryadı, Enver'in gizli isyanı. Ayşe'nin sessizce gözlerinden akan yaşlar. Daha nicelerin sessizce ettiği dualar! Seyd Ali'ler, Çıfıt Levi'ler...
Sözcükler, boğazımda bir yumru. Patlamadan, yanıp duran bir hassasiyet. Seferis'in dediği gibi,
" Gidiyorum beni götürdüğü yere, gözlerim kapalı. "
Bu cümleyi yazarken, Susanna Tamaro'nun
" Yüreğinin götürdüğü yere git! " cümlesi doluyor, zihnime!
Neden, hep yazmak eylemi içinde olduğu zaman insan, yüreğinin götürdüğü yere gitmek ister? Yüzeysellikten ve sahtecilikten boğulduğu için mi! O yüzden mi, yüreğimizin sesine kulak verme ihtiyacı hissederiz, zaman zaman da olsa!

     Yüreğimde tanımlanamaz bir hüznün yarattığı, derin bir keder hissediyorum. Bana bu duyguları hissettiren bir yazarın, daha bana anlatacak çok şeyi olduğuna eminim. Cengiz Dağcı'nın kalemi karşısında, derinden sarsıldım. Öyle ki, tabiata ait unsurları betimlediği satırları okurken, hayran kaldım. Kişisel tasvirler, muhteşem. Seferis den sonra okumaktan zevk aldığım bir yazar oldu, Cengiz Dağcı. Gerek mizah anlayışı, gerek lisanı ile bir satır öncesinde tebessüm ettirirken, bir satır sonrasında derin bir yeise kapılıyorsunuz.

     Eser; geçmişimizin, gerçeğimizin bir parçası...

ROMAN VE HİKÂYELERDE KLASİK İNCELEME METODU UNSURLARI

1- ANLATICI VE BAKIŞ AÇISI
Anlatıcı, yazarın kaleminden.
Yaşadıklarını tarafsız olarak okurun beğenisine sunar.

2- ZAMAN
Bolşevik idealinin zorla ve baskıyla benimsetilmeye çalışılan yıllar.

3- MEKÂN
Kızıltaş, Gurzuf, Yalta, Dermenköy, Akmescit.

Güneş, tam da Roman Koş' un üstünde duruyor, parlak ışınları Gurzuf'un sakin sularında titreşiyor, aşağıda kimsesiz evleri, çıplak tepeleri, derin dereleri, uçurumları, yeşil bağları, tütün tarlalarını, bahçeleri, çayırları, kuru dereler içinde parıldayan ince su sicimlerini ışıldatıyordu. (Sayfa:12)

Kırım'ın burası pek
güzeldi.(Sayfa:13)

Bekir Kızıltaş'a yaklaştığı zaman, alçaklarda kalan bazı evlerde artık lâmbalar yanıyordu. Karanlık bastıkça köy daha canlı, daha sesli oluyor, her yol, her su başında insanlar toplanıyordu.
(Sayfa:21)

4- OLAY ÖRGÜSÜ
Bekir'in ineği Maciği, Rum boğası ile çiftleşmek için götürmesi ile başlayan olay, Rusların çizmeleri altında ezilen Kırım Tatarlarının sürgün edilmesi ile nihayetlenir.

5- KARAKTERLER VE KARAKTERİZASYON
MACİK:
İnek

BEKİR:
Romanda ana karakter.

Düşünceleriyle ne İvan'ın, ne Kala Mala'nın, ne de Çığır Levi'nin kalplerine giremiyor, onların iç yüzünü göremiyordu. Bekir'in zayıf tarafıydı bu...
(Sayfa: 163)

Bekir ne zeki, ne akıllı adam!
(Sayfa: 181)

... merhamet dolu bir kalbi
(Sayfa: 231)

ESMA:
Bekir'in karısı. Yardımcı karakter.
- Ne diye orda çin gibi dolanırsın ve karı? ( Sayfa: 24)

İhtiyar, yorgun kemiklerini topladı.
(Sayfa: 209)

Zayıf, zavallı bir kadındı Esma
Ayşe'si evinden gittikten sonra yaşı, bir hafta içinde kırktan yetmişe çıkmıştı sanki.
(Sayfa: 210)

ENVER:
Kahramanlığın, yiğitliğin vücut bulmuş halı, Enver. Ana karakter.
Çalıların altından Battal'ın Enver çıktı. (Sayfa:16)
Bekir, Enver'in geniş, sağlam omuzlarına, erkek ellerine baktı; kıskanmış gibi içini çekti:
- Bize de oğlan lâzımdı, ama olmadı işte! dedi. (Sayfa:17)

Altın gibi bir insan. (Sayfa: 36)

Yaşı otuza yaklaşıyordu, genç çamlar gibi sağlam bir vücudu vardı. Yaşına rağmen, bir yanında Rus sözü edildi mi yüz sene evvel doğmuş eski bir Tatar olurdu âdeta.

Enver korkmayan, yüksekten bakan, genç mağrur, eski bir Tatardı. Yirmi yaşında babasız kalmıştı, iki yıl sonra annesini gömmüş, yirmi beşinde Seyd-Ali'nin büyütmesi öksüz Zemine ile evlenmiş, evine gelin getirmişti.
(Sayfa: 225)

... gerek evinde, gerek tarlasında, her işte gösterdiği intizam, uzak görüş, yüksek sağlam karakter,
(Sayfa: 225)

Zemine
Enver'in karısı. Yardımcı karakter.

Zemine, ince, güzel, kuzu gibi uslu, hamarat, becerikli ve dindar bir kadındı.

Niyazi
Yardımcı karakter.

Enver ve Zemine'nin çocukları.
Beş yaşındaki oğulları Niyazi, daha çok Zemine'ye benziyordu. Zayıf, nazlı bir çocuktu. Zavallının başına her sene bir hastalık gelirdi.
(Sayfa: 226)

Otomobil çarpması sonucu Niyazi beş yaşında ölür.

AYŞE:
Yazar komolizmayı Ayşe'nin dilinden okura anlatmaya çalışmış. Ana karakter.
Biricik kızıydı Ayşe; Babası için on beşinde değil, ancak beş yaşında bir kızcağızdı. (Sayfa:15)

- Öyle... galiba öyle. Pek bilmem ya. Ya on dört, ya da on beş. Yoksa on üç mü desem? Bilmem doğrusu, körpe fidan daha...( Sayfa:17)

Kız da daha fidan, ağzı süt kokar daha...( Sayfa:20)

Ayşe' de bir bayram hali vardı bu akşam. Yeşil, ipek entarisinin içinde genç vücudu; yeşil Kırım dağlarının en tenha, en sakin bir yerinde yapayalnız büyümüş, genç bir çam ağacı gibi sağlam, nazlı ve tazeydi. İneğin başına dayadığı yuvarlak, kırmızılığı olgun elmalardaki gibi parlak yanaklarından, uzun siyah kirpikleri arasında kor gibi yanan gözlerinden, ateşli dudaklarından yaşamak özlemi fışkırıyordu. Kırım'ın her mevsimi nasıl güzelse Ayşe de öyleydi: Hem gülerken güzel, hem de sağlarken. (Sayfa:23)

- Yavru o daha . Kimse istemez.
(Sayfa:24)

Evin biricik kızıydı o. Kumral, parlak saçlı Ayşe; akşamları annesi yanaklarına, ellerine ak gerdanına kolonya sürdüğü için bir gül gibi kokulu ve tazeydi. Belki sofada çiçeklerin, salkımların altında uzun zaman oturarak bir şehir kızı gibi gazete okuduğundan, iyiyi kötüyü ayırdediyor, kötülüklere üzülüyordu. Köyün toprağı; güneşi, havasıyla beslenmiş, büyümüş sağlam vücudunda ince bir ruh gelişmişti. Çabuk heyecanlanır, heyecanı geçtikten sonra oturur, dizlerini kollarıyla sararak sessizce ağlardı.
(Sayfa: 50)

REMZİ:
Ayşe'nin kocası. Yardımcı karakter.

" Çoban Seyid-1Ali'nin büyük oğlu. "

Remzi de meşe ağacı gibi sağlam, namuslu bir oğlan...
( Sayfa:18)

Remzi de babası gibi doğru ve dürüsttü.
(Sayfa: 110)

Baba ve oğul
Bolşevik idealinin vücut bulmuş hali. Yazar bu insanları tasvir ederken, Bolşevik rejimini savunan insanlara gönderme yapmış.

Kala Mala ve Ivan
Yalın ayaktılar; ayaklarının tırnakları ezilmiş serçe başları gibiydi; ayaklarını, kollarını, ter akan şakaklarını sanki yüz yıllık bir toz kaplamıştı. Saçları kuşların yuva yaptıkları çalılar gibi karmakarışık, uçları kir ve terden kurumuş, topak topak olmuştu.
Çok düşkün görünüyorlardı. Ama zavallı desen değildiler, mesut desen, o da değil. Bu dünyanın insanları değildiler sanki. Sanki dünya ve hayat onları kendinden, ayırıp atmıştı. Onlarda hayata darılmıyor, üzülmüyor, şikâyet bile etmiyorlardı. Yorgunluklarına, yosulluklarına rağmen toprağı seven kimseler olmadıklarından emindi, Bekir.
(Sayfa: 76)

Kala Mala
Yardımcı karakter.
Saçı sakalı yine birbirine karışmış, ayaklarını ve ellerini kir basmıştı. Oda boş rakı şişeleri, izmaritler çeşit çeşit pislikler, öğürtücü kokularla doluydu
(Sayfa: 215)
Zelzele de yıkılan duvar altında kalarak ölür.

Ivan
Ana karakter.
Ezilmiş serçe başı gibi çirkin, kirli tırnakları; küçük, derin, soğuk gözleri; yere tükürüşü...
(Sayfa: 230)

Ivan bu dünyaya bağrılmak, sövülmek hatta dövülmek için gelmişti. Dünyayı, hayatı değiştiremezdi ki! Dünya böyle yaratılmıştı, onun için. İlle birisi bağıracak, ötekiler bağıranın sesinden Sinop usanacaklardı. İlle birisi sövecek, ötekiler sövenin ayaklarına kapanıp af dileyeceklerdi, ağlayıp sızlayacaklardı. Hayat buydu Ivan için. Böyleydi, böyle olup gidecekti. Ivan hayatı başka türlü görmemişti, göremezdi, göremeyecekti.

- Piç hani rakı getirecektin?
(Sayfa: 219)

Şifasını bulmuş kalp hastası gibi sofanın basamaklarına oturuyor, denize ufuklara bakıyor, kendi kendine gülüyordu.

Evet değişiyordu Ivan.. Bekir bunu görüyor, hissediyordu.
(Sayfa: 229)

Anüta
Yardımcı karakter. Bir zamanlar İvan'ın birlikte olduğu bir kız.

Poltava' daki bir beyin evinden başka sokağa atılmış bir kızdı.
Bir hafta aç biilâç, ağlamaktan gözleri şiş şiş ve kırmızı, karlar içinde sürüklenmiş, bir gece vakti gelip İvan'ın Zemlanka'sına girmişti.
(Sayfa: 124)

Seyd-Ali
Namuslu ve sözü dinlenir bir adam olarak tasvir edilmiş. Ama Bekir gibi o da

Yaşı altmışa dayanmış, pek zengin olmasa da namuslu, evine, ailesine bağlı bir adamdı Seyd-Ali. Çok konuşmazdı, konuşunca da doğruyu söylerdi. Lâfı uzatmaz, çünkü doğru söz yemin istemezdi.
(Sayfa: 110)

Çıfıt Levi
Çıfıt Levi, şişman vücuduyla alçak ve dar dükkân kapısını tıkamış gibi eşikte it; avuçlarını oğuşturarak, bazen küçük, tombul parmaklarını birbirine geçirerek, dükkânın önünden gelip geçen solgun, yorgun insanlara bakıyor, sanki yüzlerinden ceplerindeki para miktarını anlamaya çalışıyordu.
(Sayfa: 150)

Hey, kastı kavurdu cingöz yahudi bizi.
( Sayfa: 162)

Sabri
Seyd-Ali'bin en küçük oğlu.

Yaşı on beşi aşmıyordu ama, vücudu bir meşe kütüğü gibi sağlam, göğsü ve omuzları bir kasap ya da demirci tezgâhı gibi geniş, kalın ve sertti Sabri'nin.
(Sayfa: 200)

6- DİL VE ÜSLUP
Mizahi bir anlatım dili. Yöresel halk şivesi.

- Bu eşek yolu biliyor ama dikkat et! Karşıdaki dirsekten aftanabil çıkarsa kalırsın eşeksiz. (Sayfa:16)
Öyle ya! Ben Rum köyünde boğada, ben ormanda; tilkiler de bizim aranda. Ne sandındı Bekir? Evde bir karı var, bir kız! Çoban Seyd-Ali' bin evlâtları bizim aranlarda Ayşe'nin izinde koklanıyorlar; ne sandındı Bekir? Köpeksiz eve tilki kolay girer...
( Sayfa:20)

- Ah anne, Kala Mala değil, Karl Marks!
- Aman aman, dilim dönmüyor işte, Kala Mala olsun! ( Sayfa:34)

- Bağırma horoz gibi! Bu saatte kadın kısmı yatağında yatar, rüya görür henüz... Erkeğin işi erkeğindir, siz ise... (Sayfa: 36)


-Nedir sabah sabah bu gürültü, canım?
Esma Ayşe kızı neden kaldırdın erkenden? Çingene tayfası mı olduk artık biz?
(Sayfa:36)

- Hayvana ezan mı okuyorsun ahırda? Ufuklar kızardı; öğlen gidecek değilsin ya tarlaya!
Tam bu sırada atı da arkadan dürtüşlüyordu.
- Arı soksun kursağını! Biri önden, biri arkadan deli edecekler insanı. (Sayfa:37)

Hayat bu, hayat, dayan Bekir! Dayanamayacaksın da ne bok yiyeceksin! Eşşek gibi dayanacaksın! Bereket kurtuldu hayvan! İneksiz hayat...
(Sayfa: 113)

7- ANA FİKİR VE YARDIMCI FİKİRLER
Bolşevik rejimi adı altında gerçekleştirilen sindirme politikalarının, Kırım Tatarlarının sürgün edilmesi ile sonlanması, ana tema.

Toprak, toprağa verilen değer ve önem yardımcı tema.


SORUMLU OLUNAN ROMAN VE HİKÂYELERDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

1- HALK EDEBİYATI VE FOLKLORO AİT UNSURLAR
Obana balam obana
Verme kızını çobana.
Kızını versen çobana.
Sokar başını tobana.
Oban: Başçoban
Toban: Saman
(Sayfa: 25)

Karabaş kuzum tuz ister,
Çoban ağam kız ister.
Karabaş kuzuya tuz yoktur,
Çoban ağlama kız yoktur.
(Sayfa: 26)

Kaya dibi saz olur,
Gül açarsa yaz olur.
Ben sana gül diyemem,
Gülün ömrü az olur.
(Sayfa:48)

Kaya kayaya bakar,
Kayadan seller akar
Sırma bıyık dururken
Sakallıya kim bakar?
(Sayfa: 49)

Çıktım dere başına
Kaza çıktı karşıma
Ah neler geldi, vah neler geldi
Bu gençlikte başıma.
(Sayfa: 296)

Aman hey!
Gördünüz mü sıçanı
Raftan dolaba kaçanı
Elinde mısır koçanı
Bostancı olmuş bu sıçan
Ay sıçan, vay sıçan
İki gözü kör sıçan
Balyemezin balına
Dalar çıkar bu sıçan.
( Sayfa: 348)

Benim atım Aktaban
Ben atımı satamam
Ben atımı satarsam
Bu Kırım'da duramam.
(Sayfa: 359)

Nazımla nesrin iç içe olduğu ürünler.

Kızıltaşlılar bu kayaya Gelinkaya derlerdi. Çok eskiden Kızıltaş'a yakın Dermenköy' de çok güzel bir kız varmış. Kızıltaş'lı bir çoban bu kıza aşık olmuş, kız da çobanı seviyormuş. Çoban beklemiş, kız çağını bulmuş, çoban kızı istemiş. Fakat kızın babası çobanın bu isteğini reddetmiş, kızını Kızıltaşlı namlı bir zengine vermiş. Gelin, Dermenköy' den gelirken Kızıltaş' ın yiğitleri tam bu tepenin üstünde faytonun önünü kesmiş, gelinden mendil istemişler, gelin atlılara mendil verirken aralarında sevdiği çobanı görmüş, yüreği tutuşmuş, birden kendini faytondan atmış. Ama uçurumun dibine düşmemiş, yarı yolda taş kaya kesilip uçuruma saplanıp kalmış. O günden sonra da Kızıltaşlılar bu kayaya Gelinkaya demişler. (Sayfa:41)

Bizimkiler, tarlada tütünler soluyor, birkaç yılan yak, belki yağmur yağar, dediler.
(Sayfa: 384)


2- TABİATA AİT UNSURLAR
Ayı dağının etekleri ve Karadeniz'in sessiz yalıları
Kırım'ın burası pek güzeldi. Solda, dağların üstünde yayla, tavlı bir beygir sırtı gibi temiz ve parlaktı. Aşağıda, köyün gerisinde, tütün aranlarına kadar inen koyu yeşil, cılız çamlıklar, kadife yamaçlarla örtülü dağların, derisi, yüzülmüş hayvan eti renginde çıplak yerleri, ışıklar altında yanıyordu. Daha aşağıda; uçurumları al, beyaz, sarı, kırmızı renklere bürünmüş Gelinkaya ile, ondan epeyce uzakta, kurşun rengi yaz-kış hiç değişmeyen Topkaya; birbirlerine bakarak sessiz-sakin, dertlerini söyleşiyorlardı.
(Sayfa: 13)

Güneş, kıpkırmızı, kandan bir sini gibi yaylaların ardına iniyor, esmer göğün altında denizin mavisi morlaşıyordu. Gün boyu Topkaya'yı sarmış beyaz bulut kuşağı yavaş yavaş inceliyor; bir örtü gibi alçaklara, derelere, gittikçe kararan bağların duvarları altına çöküp yerleşiyordu. Akşamı selâmlayarak uzaklarda su birikintilerinde, kamışlıklarda, eski yıkık kuyuların yanında viyaklaşıyordu kurbağalar.
Ufukların rengi sönüyor; ince, yeşili mor renkte bez perdeler gerisinde yanan lâmbalar gibi, orada burada yıldızlar parlıyordu. Gün boyu güneşin sıcağından gökleri bırakmış bulutlar, şimdi parça parça birbirlerine tutunarak göğe yükseliyor, sonra birbirlerinden koparak beyaz, kıvırcık kuzu derileri gibi göğü ve akşamı süslüyorlardı. Derelerde sular, tepelerde serin yeller, yollarda sessiz bekçiler gibi uzun sergiler canlanıp sallanıyor; yer ve gök hayattan, insanlardan kurtulmuş nefes alıyordu.
(Sayfa: 20)

Yuvarlak, dolunay sofanın tam karşısındaydı. Denizden serin bir yel esiyor, Gurzuf'un iskelesinden ayrılan balıkçı kayıklarının fenerleri, gökten düşen yıldızlar gibi yavaş yavaş iskeleden uzaklaşarak Ceneviz kalesinin gerisinde kayboluyordu.
(Sayfa: 112)

Bekir yola bakıyordu. Roman Koş'un yavuz uçurumları oradaydı, solda bağların kadife eteklerinde deniz!
(Sayfa: 146)


3- ÇEVRECİLİK VE ÇEVRE FELAKETİNE AİT FİKİRLER.

Sofalara açılan oda kapıları, ardına kadar açık bırakılıyordu; çünkü hırsızlık duyulmamış bir şeydi; evlerin kapısını kilitlemek, bahçeleri yüksek duvarlarla çevirmek, bura köylerinde çok ayıp sayılıyordu. Yol üstündeki evlerin açık kapılarından odalarda eşyalar görülüyor, kimseden sır saklanmıyordu. Birinin halı, ötekince belliydi; biri ötekinden şikayetçi değildi. Bereketli yıllarda varlığa seviniyor, Allah'ın verdiğine şükrediyor kıtlık olursa dayanıyor, " Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz! " deyip ayaklarını yorganlarına göre uzatarak yaşıyorlardı.

4- II. DÜNYA SAVAŞINA YÖNELİK TENKİTLER
Damarlarında ateş gibi sıcak, kırmızı Türk kanı akmıyor muydu? Nice nice saltanatlar gelip geçmişti. Nice zalimler bu memleketi, bu toprağı kemirmişler, kanlara bulamışlardı, fakat dinden, haktan, namustan doğan bu Türk milletinin ruhunu hiç kimse; vahşi kara, hiçbir kuvvet kıramamıştı; Rus komolizması da kıramazdı.
(Sayfa: 210)

5- SOVYET SİSTEMİNE YÖNELİK TENKİTLER.
- Komünizma gibi desene, baba!
- Komolozma mı?
- Komolizma değil, baba, komülizm!
- Eeeh, komolizma işte! Ama komolizmayı Ruslar uydurdular, bizim millete uymaz.
- Hayır, baba, komünizmayı Ruslar değil, Almanlar çıkardılar. Komünizmin babası, Karl Marks'tır.
(Sayfa:33)

Komolizma da insana türlü türlü şeyler duyuruyordu. Sağdan soldan kulaklarına:
" Rusya'da köylülerin elinden topraklar alınıyormuş! " diyen haberler geliyor, ama bunun yalan olduğuna hiç şüphe etmiyordu.
Çünkü alınan, verilen topraklar kimbilir nasıldırlar? O ise senelerden beri ata mirası toprağında oturuyordu; ata toprağı ise öyle kolay kolay ne alınır, ne verilirdi.
(Sayfa:69)

Nogaylıkta köylülerin topraklarını alıyorlarmış Ruslar.
(Sayfa:70)

Eskiden de gelirdi bu gibi insanlar; Rusya'da kıtlık, açlık olduğu zamanlarda. Gelip bir iki ay çalışır, biraz para kazanır, sonra yine geldikleri gibi sessizce memleketlerine dönerlerdi. Ama şu on senedir köylerde böyle insanlar hiç görünmüyordu. Demek şimdi Rusya'da yine bir bokluk vardı;
(Sayfa:77)

Çünkü toprakların alınıp kolhozlar kurulduğu haberini iki gün önce gazetede okumuştu.
(Sayfa: 130)

6- AHLÂKÎ VE SOSYAL TENKİTLER
" Gâvur memleketinden gelen ağaç, kök tutmaz müslüman toprağında... Bekir bizim yardımımızı münasip görmedi. "
(Sayfa: 96)

Ya köyde biri çıkar da köye Rusları aldın diye ondan yüz çevirirse? Bunu düşündükçe tüyleri ürperiyor; içi titriyordu. Ama kime ziyanı dokunmuştu, iki hafta için yanına iki sakallı almışsa! Sanki bütün köyü gâvurlara mı satmıştı; kalkmışlar, söz ediyorlardı? İki hafta için yahu, iki hafta!
(Sayfa:96)

- Evde erkek varken uzun saçlı kumandanlık ederse, her aksiliği bekle, Bekir diye doğruldu,...
(Sayfa: 101)

İnsan ineksiz kalacağına komolizma gelsin, daha iyi! Evde kadın kumandanlık ederse böyle olur işte: Malın, mülkün erir, gider.
Hay anasını! Macik de ne inekti ya!
(Sayfa: 107)

Şüphe yoktu hiç: Kala Mala, oğlu İvan'la bu toprağa ayak bastı basalı başlarına her gün yeni bir belâ geliyordu.
(Sayfa: 118)

7- MANKURTLAŞMA VE YABANCILAŞMA OLGULARI
Yok...

ALINTILAR

13- " Yolcu yolunda gerek! "
15- " Çokun derdi çok olur, azın derdi daha çok olur. "
" Güzel olmasına güzel, ama güzelin talihi çirkin olur! "
17- Tanrı dinler, dinler sonra kesip biçer, nasıl doğru görürse öyle yapar; onun emri...

- Oğlan işe yarar, doğru! Ama kız da evi donatır, Bekir Ağa!
- Öyle, kapağını bulana kadar donatır. Sonra kim donatır?

" Yaşı at pazarında sorarlar. "
18- Garip kuşun yuvasını Allah yapar.

- Kız benim, mal benim, hak benim, sana ne? Evindeysen otur sere rahat rahat, bak karına; tarladaysan bak eşeğinin kuyruğuna. Benim işime karışma.
Küçük söz ha? Sinek de küçük ama mide bulandırır.

- Sırrı mırrı yok. Sırdaş aramak, sırrı yaymak içindir.

19- - Zamane insanları bunlar!
... Dine de, imana da, köye de, millete de hayırları yok!

20- Köpeksiz eve tilki kolay girer...

Hoştu akşamlar; akşamlarda insanları kendine çeken, dertleri, yorgunlukları, kasvetleri unutturan bir kuvvet, tatlı bir boşluk vardı; akşamlar gecenin gözleri gibiydi; her yeri görüyor, her yere uzanıyor, her yere dalıyorlardı.
Şimdi her şey akşama teslim oluyordu. Yalnız, insanlar, akşama sırtlarını çeviriyorlardı. Onlar gündüzün ve güneşin, sıcağın ve soğuğun, karın ve ayaz'ın, yağmurun ve rüzgârın çocuklarıydılar. Toprağı görmek istiyor, binlerce yıldan beri bu toprağı görerek, toprağa basarak, elleriyle toprağı tutarak yaşıyorlardı.
Toprak onları kırıp eziyor, onlara binbir türlü meşakkatler çektiriyor, onları öldürüyor, ama onlar gene de her şeyden çok, kendilerinden çok toprağı seviyorlardı. Onları bu topraktan ayıracak hiç bir kuvvet yoktu. Bin yıllardan beri yaşayageldikleri bu toprakta yaşayacaklardı; yıpranmış, yorgun vücutlarını bu toprakların altına gömecek, ancak o zaman, canlarını göğe, göğün sükût ve rahatına teslim edeceklerdi...

23- " Gül desem gül değil, nur desem nur değil, kanımdan, etimden doğan bu melâike yavrusunu ellere nasıl vereceğim? "

" Mübarek toprak, senin güneşinin altında, her şeyin güzel olur, insanlarında..."

25- " Arı bal alacağı çiçeği bilir! "

33- Molla Receb'in sözlerini ekledi:
- Yed-ullah leyse lil-insani illâ mâ seâ!

34- Ellezi halâk-al-mevte ve-l-hayate...

36- Zahmetsiz mal yenmez.

38- " Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz."

38- - Haydi, o Kala Mala' ları bırakın şimdi; geçin etli fasulyenin başına! Biz fakirlerin karnını ne Kala Mala doyurur, ne de komolizma. Yemeğinizi yiyin de Allah'ın verdiğine şükredin. Toprağımız var, suyumuz var. Ne lâzım daha bize?

44- Aşk başka bir belâdır.

44- " Az konuşmak, çok konuşmaktan belki daha iyi! "

61- Nerenin insanları olursa olsunlar, neye benzerlerse benzesinler, yine de insandılar. İnsana da insan selâmı vermek gerekirdi:
- Selâmün aleyküm!

64- İnsan ömrüde kara günsüz olmaz. Ama sen ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut, düşünme derin!

76- Bu insanların yüzlerinde ise umut yoktu. Ama ne sebepten bu hâle düşmüş olurlarsa olsunlar, yine de insandılar ve insanı insanlıkla karşılamak gerekirdi.

77- " Allah'ım, insanlara yurt yoksulluğu gösterme! "

93- " Tanrı yine güzel bir gün verecek! "

97- Başkasının gözüne değil, kendi gözüne inan!

97- Bir it ürümekle bir kervan geri dönmez!

179- Bu akşam pek mesuttu, çünkü gün iyi geçmişti. Yağı iyi fiyata satmış, Moskova'da okuyan oğlu Şolom'a mektup yazmış, mektupla beraber para da yollamıştı.
Mektubunda:
" Oku, Şolom, oku! Okursan dünyayı parmağında çevirirsin, okumazsan benim gibi zavallı bir Yahudi olarak kalırsın! "
diye öğütler vermişti.

182- El ağzına bakan karısını tez boşar.

231- " Lâ ilâhe illâllah "

" Dünya ve ötesi.. Her şey O'nun elinde, her şey O'ndan, her şeyi O yapar, her şeyi O çevirir. Göz açtıran, göz kapatan O'dur. Yakan, söndüren, yaşatan, dirilten O'dur. Hep O'dur..."

17 Aralık 2020 Perşembe

ANAYURT OTELİ - YUSUF ATILGAN



Ah! Zebercet!... 

Karabasan gibi çöktün, dünyama!
Saatlerdir, düşünüyorum...
Neden, okunur bunca kitap!
İç özgürlüğü mü, bu? Yoksa düşüncede sınırları aşmak mı?

Hiçbir zaman; açıkça söze dökemediğim düşüncelerim, hislerim, sorunlarım ruhumda saklı.
Hükümler beynimin dehlizlerinde, kilitli.

Okumak; onlara iltica etmektir, belki de tek parça teselli!...

Kitabı okudum mu yoksa ruhum mu tükendi, bilmiyorum.
Allah'ım, ne geçmek bilmeyen bir zaman dilimi!
Karabasan kalın bir sis tabakası gibi yüreğime çöktü, sanki. Kitabı yarım bırakmamak için kendimle savaştım, adeta.

Eserden ziyade müessir mi, mühim?
Yoksa müessir den ziyade eser mi? 

İlk defa bir eser varlığıma olumlu yönde tesir etmedi! Salt özümde ki varlığımı tutuşturup, alevlendirmedi! Bilâkis müthiş yitik hissediyorum, kendimi.

Bazen benzer kitaplar okuyoruz fakat farklı anlamlar yükleyerek.
Bu kadar okuyanı çok olan bir eserin tesir ettiği bir şeyler vardır, belki de!
Varlığıma, tesir etmeyen...



ROMAN VE HİKÂYELERDE KLASİK İNCELEME METODU UNSURLARI


1- ANLATICI VE BAKIŞ ACISI

Anlatım, bilinç akışı tekniği. 

Üçüncü tekil şahıs ağzıyla aktarılan hadiseler, karakterin düşünme eylemini olduğu gibi iç diyaloglar halinde betimlemeler arasına serpiştirmiş.

2- ZAMAN

Eylül 1922 yılında Yunanlılar giderayak kasabayı ateşe verirler. Eskiden zengin bir Rum ailesi oturduğu için yanmadan kalmış yapılardan biri olan üç katlı eşref konağı, yangından sonra İzmir'e yerleşen Keçeciler'in Rüstem Bey tarafından otel olarak işletmeye başlanır.

3- MEKÂN

Kasaba, otel.

4- OLAY ÖRGÜSÜ

Geçmiş ve gelecek arasında şekillenir.

5- KARAKTERLER VE KARAKTERİZASYON

Zebercet Gezgin:  Yaş- 33 / Boy-1.62  /  Kilo-54 Başı bedenine göre büyükçe, alnı geniş; saçları, kaşları, gözleri, bıyığı koyu kahverengi. Yüzü kuru, biraz aşağı çekik. 

İlkokulu bitirdiği yaz annesi öldü! Sekiz yıl sonra askere gitti ve geldikten iki ay sonra 63 yaşında babasını kaybetti.

Haşim Bey'in ortanca kızının oğlu.

Ahmet = Zebercet

Zeynep: Ortalıkçı Kadın. Yaş 35, saçları kumral, gözleri koyu mavi. Yüzü uzun, burnunun ucu kalkık, ağzı büyükçe, biraz dişlek, dudakları kalın. Orta boylu, balık etinde; bacakları az eğri.

Gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın: Yaş 26, uzun boylu, göğüslü. Saçları gözleri kara. Kaşları biraz alınmış. Kirpikleri uzun. Burnu sivri, dudakları ince. Yüzü gergin, esmer. 

Mahmut Görgün: Emekli subay olduğunu söyleyen adam. Orta boylu, tıknaz. Saçları oldukça kırarmış. Yeşil gözlü, gür kaşlı. Yüzü etli, dudakları ince

Kedi: Erkek, kara. Zebercet'in döneminde ikinci kedi. İki gece otelde kalan, çantasında hep birkaç atkestanesi bulunan, uzun boylu genç kız adın Karamık koymuş. Ölümü Zebercet'in elinden olur.

MelikAğa: Rüstem Bey'in dedesi Keçeci Zade Malik Ağa.

Rüstem Bey : Keçeci

Faruk: Rüstem Bey'in kardeşi. Yengesine tutulduğu için 17 yaşında intihar etmiş.

Faruk Keçeci: Dayısının oğlu

Haşim Bey: Rüstem Bey'in babası.

Nebileanım: Haşim Bey'in karısı

Meserret Hanım: Haşim Bey'in büyük kızı eşeğinin adı, Düldül.

Fatih Sultan Mehmet'in kır at'ının adı, Serdar.


DİĞER KARAKTERLER

Kadriye (Kalfa), Kürt Muhittin (Sınıfın büyüğü), Ahmet Efendi (Nüfus kâtibi), Çalık Ali ( Zeynep'in dayısı), Recep Çavuş, Saliha ve Ahmet Alakaş, Saide ( Öğretmen hem de annesinin ismi), Baytar Bey, Ömer, Kara Mustafa, Lütfiye Molla, Hasan Efendi (saatçi), Nail Bey, Fatmanım, Ahmet Kuruca, Fatma Kuruca (Ahmet Kuruca'nın anası), Emine, Hacı Zeynel Ağa, Ferhundanım, Hikmet Usta (kunduracı), Ramazan Usta ( Kunduracı Hikmet Usta'nın babası), Misçi Kerim, Cevdet, Hekim Stavro, Leblebici Hafız, Hacı Şerif, Karakış İhram, Hasan, Enver Paşa, Halil Onbaşı, Tahsin Bey (horoz dövüştüren), Nazlı İbo, Çakır Hasan, Arif, Nureddin, Sarı Ali, Abdülkerim Çelebi, Mehmet Ağa, Halvetî Şeyhi İsmail Ağa, Semra, Orhan, Ekrem ( Yaş:17)


6- DİL VE ÜSLUP

Yalın bir Türkçe.

7- ANA FİKİR VE YARDIMCI FİKİRLER

Çocukluğunda yaşadığı hadiselerin travmalarından kurtulamayan Zebercet'in, dürtülerin kurbanı olup yaşadığı çevreden kendini soyutlayarak, yalnız yaşama çabası.

Qqq11qq1


Zebercet'in kendine ithamı.

" Beni tanıdın mı? " diye, sordu.

" Eskiden görmüş gibiyim ya tanıyamadım. "

" Alığın biri "  dedi, alçak sesle.


15 Aralık 2020 Salı

GİZLİ ANLARIN YOLCUSU - AYŞE KULİN

      11.08.2015 tarihinde, Didim'de yapılan imza etkinliğinde, yazarın imzasını alabilmek adına raftan rastgele seçip aldığım ve o gün için iki katı para ödeyerek sahip olduğum bir kitap! Kızım ile birlikte girdiğimiz 1:30 saat süren imza kuyruğu neticesinde Ayşe Hanımın, 

" Kimin adına imzalama mı isterseniz? " diye sorduğu zaman,

 " Kızımın adına imzalar mısınız? " diye cevap vermem üzerine Ayşe Hanımın oturduğu yerden bana doğru eğilip,

" Tamam olur ama kızınızın şimdi okumasına müsaade etmeyin! " demesiyle birden zihnimde şimşekler çaktıran ve okuyunca da ters köşeye yatıran bir kitap!

     Kitabı okuduktan sonra, çevremdeki insanlara farklı bir gözle bakmaya başladım. Acaba, demekten kendimi alamıyorum. 

     Ayşe Hanım'a beni böyle bir ikileme soktuğu için kızmalı mıyım yoksa hepimizin aşina olduğu ama görmezden geldiğimiz insanların da var olduğunu örneklemeyle biz okurlara anlattığı için teşekkür mü etmeliyim, doğrusu karar veremedim. 

     Kitapta aklımın kabulde zorlandığı öyle bölümler var ki! Gerçeğin kurgulanmış hali mi yoksa tamamen kurgu mu ayırt edemedim. İnsanlara karşı bakış açımı değiştiren bir kitap!...

KIRIM